Hey Gidi Gunler

  • Model: GK01
  • 100

 Ask a Question 

YY--Yakakent Çay bahçesi ve Çam gölü 1 Mayıs Alanı

1975 Yakakent’ inde halkın buluşma noktası olarak meydana bitişik, havuzlu eğlence mekanı olarak, kullandığımız mekan. O dönemden hafızamda kalmış olan fotoğraf karelerini okuyucularımızla paylaşmaya çalışacağım.  Ben 1986 yılında yaptığım düğünümü, kurulan tiyatro sahneleri, açık hava konserlerini o mekan için öyle anlam yüklüyorum. Sırtını denize vermiş, bir tarafında belediye binası, öbür tarafında postane binasından müteşekkildi. Akşamları hava karardığında çay kahve, soğuk bira, meşrubat ve çekirdek servis edilirdi. Bir taraftan göz ucuyla meydanın postane kalan tarafında voleybol oynayanları seyredilirdi. Akşam olduğunda yerel sanatçılar ( Gözlük İsmail Çakıcı, Nikti-capır Hüseyin İbrahimoğlu, Rahmetli Halil Çakıcı, sazıyla Ahmet Çıkıcı, şarkılar ve türküleriyle sahne alırlardı.  Gece bir saatten sonra rüzgâr da varsa onun yardımıyla tam seçilmese de çalgı sesleri arada türkü şarkı sözleri ta Rasim Çağlar Caddesi üzerinde bulunan Hamza dayının dükkanının oralara kadar çıkıp gelirdi. Bazen gayet yakın, başka tanıdıklarımız da oluyordu. Tabii bunun yanında orada başka insanları tanımak da söz konusu oluyordu.

 Karşısında sırasıyla tek katlı ahşap binalar, kahvehaneler ve balık kooperatifi yer almaktaydı. Alaçam, Keyikkoşan mesire yeriyle bize benzemek için özlem duyardı. Yakakent’ in Alaçam’ dan ayrılıp başlı başına ilçe statüsüne geçmesi ise ayrı bir şeydi.

Uzun yıllar Mal gölü olarak bildiğimiz havasını teneffüs ettiğimiz çam ve orman kokulu Çam gölü. İlkokul yıllarında ayağımızı sürüdüğümüz, top koşturduğumuz, 1 Mayıs kutlamalı yaptığımız, denize girdiğimiz şimdilerde paralı giriş yapılan mekan.

Özellikle o yıllarda, odun ateşinde mısır, seyyar motor bisikletli dondurmacılar oralara gelip satış yaparlardı. Hatta o zamanlar Coca Cola filan da bulunmazdı en fazla tüketilen içecek fruko, gazoz dediğimiz yirmi en fazla yirmi beş santimlik şişelerdeki hafif köpüren gazlı şekerli meyve esanslı karıştırılmış içeceklerdi. Bu içeklerden yazın biraz soğuması için büyük varillerin içine kuyudan çekilen su ile doldurulup içine konur ve bakraçlarda satışa çıkarılırdı. Bu genel de haı Mehmet amcanın Saim Batı, lakaplarıyla anılan (yünük Muharrem, somun Servet Buharalı, dozer Mustafa, gangaster Mehmet)   fiyatları da yirmi beş kuruş diye hatırlıyorum. Gazozu açmanın da ilginç bir yöntemi geliştirilmişti. Gazoz satanların elinde bir küçük çakı bulunur, onun kesen tarafı değil de tersiyle hızla aşağıdan yukarı gazoz kapağına vurularak o kapak seri bir şekilde aılır, kesinlikle dökülmez taşmazdı. İçenler de bundan keyif alırdı.

Buralarda bulunan orman içinde ve aşağı denizi gören yerlerdeki beton masalı mesire yerleri cumartesi öğleden sonraları, Pazar günleri, hele hele yazın baharda birçok Samsunlunun Bafralının okul kapanmalarına yakın öğrencilerin gelip gezdiği vakit geçirdiği bir yer haline gelirdi. Orada oturan bizler için de bu durum büyük bir değişiklik olurdu. Gelenlere gidenlere bakardık. Hatta bazen bizde top oynayan ailelerin ve gençlerin topunu aşağı doğru yön verip,  atıp deniz kenarından alır kaçardık.

O zamanlar Efenin çeşmesinden yukarı Çerkezlerin denen yere ava giderler, dönüşte su doldururlardı. Yakakent de su arızası olursa, yakında bulunanların içme suyu ihtiyacını karşıladığı yerlerdi buralar. Oradan devam edine Zilfansuyu bölgesinde tek tük lokantamsı yerler göze çarpardı.  

Akşamları Gerze pırıl pırıl gözükürdü, ama bugünle kıyaslayınca çok küçük ve tenhaydı.  

Halkevi ve bekçi Mehmet

1975’ ten sonra özellikle Yakakent’ de babam o dönemler bizi gözaltına almıştı. Anarşist olacaklar diye. Hatırladığım kadarıyla Halk evleri lölöcü Ali ağabeylerinin evinin altında, Terzi Hasanların şuan ki   dükkanın olduğu yer ve Beko Vural Kahya’ ın bulunduğu yerdeki binanın 3. Katı. Bazen geceler kitap okuma, marş ezberleme ve duvarlara yazı yazma mesaileri. Bazen üç beş kişiyi, bezende on beş yirmi kişiyi bulurdu. Hararetli konuşmalar, tartışmalar yapılır, gecenin ilerleyen saatinde gelen gideni yolcu eder, cadde üzerinde bekçi Mehmet amanın düdükleri de geceyi ikiye böler, paşa mezarlığından duyulurdu. Bir yaşanmış anımızı kısaca aktarayım bekçi Mehmet ile ilgili. Yine bir gece tenekelerde boya ve fırça, Nail Erdoğanların evinin deniz kenarından dilsiz Ömer’ in aradan Caddeye çıkan dar sokak da  Bizim Şıp Şıp Mustafa, rahmetli Ali İlban ve Amuş Ahmet Sarıoğlu tabancasını belinden almışlar. Bizde Turgay ile eve gidiyoruz, oturmuş kaldırıma Tekin, bu Mustafa’ yı yarın Avni dayı’ ya ve babana şikâyet edecek, benim beylik tabancamı aldılar. O sırada Mustafa Nadir amcaların duvarın arkasına gizlenmiş konuştuklarımızı duyuyor. Bulunduğu yerden çıktı la Mehmet şaka yaptık, sen bizim abımızsın olur mu öyle şey. Şaka yaptım dedi. Ve tatlılık da ayrıldık ve konu kapandı. Uzun bir düdük çalarak oradan uzaklaştı. Rahmetli çok saf ve temiz bir insandı. Onu buradan rahmetle anmış olalım.   

Çayağzı sel oluyor, deniz yutuyor

Bir gün sokak da oynuyoruz, sonbahar geliyor gibiydi. Yakakent günlük güneşlikti. Fakat bir gün öncesi yağan sağanak yağış sonrası dere yataklarının taştığı söyleniyordu. Güneş sonrası kara bir bulut inmişti. Hafif hafif yağan yağmurun yerini dolu ve sağanak yağışa bıraktı. O saatlerde önceki gün yağan sel sularıyla üstlerden büyük odun kütükleri, çalı çırpı 1 köprünün çayana taşmış çayın odun parçalarını şiddetle denize doğru akması sonucu çay da odun toplayanlar dan Mezet Hasan’ ın büyük oğlu Ahmet Keskin’ in o sularla boğuşması sonrası denize doğru sürüklenip kaybolup gitti. Sele kapılmış insanları tutarak ve ip atarak çıkartmaya çalışan kişilere de şahit olduğumuz günlerde kendi hayatını tehlikeye attığını unutanlarda vardı. Elini tuttuğu insanı o çekip karaya çıkartabileeği gibi o kişi de onu sulara, sele çekip götürebileceğini düşünemiyordu.  Ahmet Keskin’ in birkaç gün sonra denizin durulmasıyla ceseti dışarı vurmuştu. Yine o yıllarda Kanlıçay- Çayağzı çayında cereyan eden sel felaketinde Kozköylü Çakır ın cansız vücudu bir haftalık aradan sonra karaya vurdu.

O günlerin şahidi olmuş ben ve birçok insandan orada bulunup bu yapılanları dinlemişimdir. Yakakent’ de o yıllarda yağmurun her yağışında gerek Celevit ve gerekse mezbaha nenin pis sularının aktığı çaya sel gelir ertesi gün denizin üzeri odun ve kargalak kaplar kışlık ihtiyaç karşılanırdı. Hatta bir sel de köprü göçmüş, okul yolu tahta köprüyle ulaşım sağlanmıştı. Bu günler de doğal olarak unutulup gittiler.

O dönem de ve ondan sonra buna benzer Deniz dalgalarıyla tekne facialarında hayatını genç yaşta kaybeden arkadaşlarımız da oldu. Maalesef yüzme bilmeyen denize serinlemek için girip, yüzme bilmedikleri halde dalgalara kapılıp ömrünü yitirenlerde kozköy altı sahil evler ve Geyikkoşan da çok oldu.

Gazeteler

Evimize her gün Tercüman gazetesi girerdi. Babam aboneydi üzeri kurşun kalemle İ.Kullukçu yazılı olurdu. Karşı komşumuz Necmi Karabacak, amcalar Günaydın ve Hürriyet gazetesi alırdı. Bazen ben Mustafa Ekmekçi’ in gazete bayiinden alır, bazen Alifuat her üç gazeteyi alır gelirdi.

Necmi amca uzun boylu, ince bıyıklı, yakışıklı, vakur bir insandı. Balıkçı Kooperatifin de görevliydi. Günlük gazetelerin spor sayfaları benim için her zaman bir merak konusu olmuştur. O vakitler İstanbul’ da ayrı, Ankara baskısı ayrıydı. Tercüman gazetesinde spor yazarı Necmi Tanyolaç vardı. Gazeteyi ele aldığınız vakit sade spor sayfasında kalmıyorsunuz, her yerine bakıyorsunuz, zaten siyasette olup bitenlerle ilgilenmiyordum. Günaydın gazetesinin o dönemler magazin ağırlıklı Saklambaç eki mevcuttu.  Saklambaç’ ın tüm sayfalarının gözden geçirirdik.  Gazeteler okunup çoğaltıldığında Süleyman İlban’ ın dükkânına götürür kilo işi satardık. Onlar da kese kağıdı yaparak geri dönüşüm sağlarlardı. Mükerrem teyze o kese kâğıtlarını bohça içinde sırtlayıp, dükkana getirirdi. Bazen yolda karşılaştığımızda bir kenarından tutup yardımcı olurduk. İsmail bu yüzden bazen bizim maçlara katılamaz kese kağıdı ve dükkan da dondurma işiyle uğraşırdı. Bu arada bunu da yazmadan geçemeyeceğim. Ali abi akşamları genelde dükkanı devralır, geç saatlere kadar kalır, dükkanı o kapardı. Cafer ve İsmail öğleden sonra beraber keşikleşe dururlardı. Yan taraftaki Hamza ağabeyin dükkanın da sevim teyze ve Hamza dayı birlikte dururlar, akşamları o da Büyük oğlu Arif ve Taner’ e devrederdi.  Biz de genel de hep oralarda olurduk. Neden derseniz yazlık ve kışlık sinema oradaydı.

Eczacı Doktor Aziz Ekinci ve kiracılarımız

1974’ den 1980 yılına kadar Rasim Çağlar Caddesi üzerindeki 3 katlı evimizde birbirinden değerli hala görüştüğümüz iki kiracı ve Eczacı Doktor Aziz Ekinci, Babamdan hayli yaşa küçük bu ailelerin fertleri gerek annem olsun ve gerekse bizlerce çok ileri hukukları dostlukları olmuş ve olmaya devam etmekteler.

Bursa Gemlikli, Avukat Meriç Armağan eşi Seher abla kızları Mine ve büyük babaanne..Yakakent Karakol Baş çavuşu Elazığlı Ekrem Erdoğan eşi Zehra ve benim yaşıtım kızları Nesrin..Çarşı da Akasya sokak köşesinde Yakakent’ ilk Eczanesi sahibi Adanalı Dr.  Yelda hanımefendi. Sonra bu kişilerin tayini çıktı gittiler, ancak dostlukları baki kaldı  

Bayram bahşişi ve kumbaram

Şeker bayramı günüydü. Annem bana dedi ki ” sabah bayram namazdan sonra hazır ol baban çıkarken bayramını kutla elini öp, ona dua et, bahşişini de alırsın. Babamın elini öptüm çakır yirmi beş kuruşun yanın da bir de iki buçuk lira verdi. Bunu da kumbarana atarsın dedi. O zamanlar bankalar da çokça hediyelik kalem, ajanda, kumbara, blok notlar veriliyor. Benim de üstten saplı, alttan kilitli, kağıt para ve bozuk metal para attığımız İş bankası kumbaram vardı. Bazen o yan bölümden bozuk para attığımız yerden sallayarak para çıkarırdım. İyi de düşerdi. Sallayıp belli bir şekilde tutunca paralar düşerdi. Kağıt para yerinden yuvarlayarak attığımız için, annemin örgü şişleriyle o kadar uğraşsam da çıkmazdı.

1986 yılının bir özelliği evliliğimden üç ay öncesi Çernobil faciası; Sovyetler birliğinde Nükleer santralin patlaması ve biz doğu Karadeniz’ e yayılması. Meydana gelen bu faciada radyasyon yayılmasıyla radyoaktif madde yüklü bulutlar Türkiye dahil birçok ülkeyi etkiledi. Çok sayıda hısım akraba ve komşularımız oldu. Rahmetli Dursun halam, Hasan amcam, Hüseyin Enişte, Necat Batı, Enver Kılıç, Nursen Çebi, Rıfat amca sonra hastalıkları sonrası vefat ettiler.

6 Mayıs Keyikkoşan ve Celevit hıdrellezleri

5 Mayıs Yakakent Celevit Mahallesi ve 6 mayıs Geyikkoşan hıdrellezleri anılarımın bir parçası. Akşam dan başlayan hasır altlamalar ve sabah erken başlayan hareketlilik evin arkaları salaçlar da ( rahmetli Annem, Vasviye yengem, Fikriye ve Gürser teyze ) Macarlı ekmek, kabaklı ekmek ve o hamursuzlar. Güzüne üzerinde kaynayan soğan yapraklı yumurtalar. Turgay, Alifuat, Belkız, Sema, Gülizar, Hünkar, Levent, Merih, Hatice sokağımızın gençleri ablalarımız ile birlikte güle oynaya yürüyerek ulaştığımız o mesire yerinde uzun uzadıya kestane ve küt küt helvaları. Tellallar bağırmakta güreşçilerin adlarını. O günlerde geriye kalan çok güzel anılarımız hala hafızalarımızda. Çocukluğumuzda çok güzel ve kıymetli anılar paylaştım. Bu anıları da bugün çok değerli bulmaktayım.

Bohçacılar o hurda araç ve kalaycılar

Rasim Çağlar Caddesi üzerinde bir eskici kamyonu ve üzerinde hoparlör bir birinden değişik şarklılar, türküler eski eşya topluyor ve orta çeşmenin oradaki boşluk da çadır kurup eski kapları kalay yaparak değişik bir şive ile konuşurlardı. Bir de onlara ilave bozcacı kadınlar ev ev dolaşarak evlenecek gelinlik kızlara çarşaf, nevresim, pike takımları, sabahlık ve battaniye satalardı. O günün pike nevresimleri hala evimizin bir köşesinde olduğunu tahmin edebiliyorum. Çünkü bizim evde hala mevcut. O dönem evimizin anahtarları da üzerinde durup, hiçbir şekilde hırsızlık olduğuna da tanık olmadık.

Çongara asfaltı ve Çayağzı burnu

 Çongara Asfaltı yokuşundan sahilden batıya yöneldiğimizde biraz ötesinde Çayağzı.. Sırtımızda çanta ile o yolu yürüyerek çokça arşınlamışızdır. Ve hatta sıra sıra beton yığınlarının üzerinden atlayarak, böğürtmeyen çalılıklarının arasında Ali beyler, Mustafa beyler Çayağzının güzel insanları. Rahmetli muhtar Mustafa amca, onun birbirinden güzel duyarlı kızları..Yaşıtımız rahmetli Kazım, tekerlekli sandalye de Cafer ağabey ve traktör sırtından güne birlik yakakent’ e gelen Ali ağabey. Ve köyde Onlarla beraber çalışan çok kişiyi de bu satırlara ekleyebilirim.

Bu arada unutturmak istemediğim Mustafabey amcanın birbirinden değerli kızları Zehra, Rüveyde, Selma ve hale ablaların yıllara yatağa bağlı annelerine bir bebek gibi şefkatle bakmalarına tanıklık ederken,  o her zamanki emsalsiz alçak gönüllülükleri, komşuluk ilişkilerini YAK-SED derneğimizin çıkarmış olduğu dergide manşete taşımıştım.

Çongara asfaltı denize uzantılı ahşap çitten yapılmış orta masalı köşk’ ü az daha unutuyordum.  Karşısında Karayolları şantiyesi ve ambarı. Kuzeye bakan yüzü bayağı eğimliydi. O bölüm şimdi denizi taş ile doldurulan kavşak dönüşü yola dayanır.

Karaaba uzunkız yaylası

Sonbahar, ilkbaharda oralarda hiçbir şey olmazdı. Sağlı sollu boş alanlarda, Uzunkıza doğru bakan sırtlarına öbek öbek koyun sürüleri otlatılırdı. Çobanlar ellerinde büyükçe bir değnek, sırtlarında abaları köyü beklerlerdi. Velev sıtma, köy yolu, köy suyu ve yollar namütenahi.  Zira oralar da kışları hep kurtların indiği yerler olarak bilinirdi.

O yıllarda ne Çay üzerinde bir köprü vardır, ne de Küplüağazı üzerinde sadece bir tahta köprüden bahsedilir.  Yakakent- Karaaba arası 4-5 saat sürer. Gerçekten büyük afat yağış olduğunda, çayın sularının yükseldiği görülür, dönüp geri gelirlerdi. Tekrar bir havaya ve dışarı bakar. Yola koyulurlardı. O vakitler oralar araç bir tarafa birkaç kişinin bile yürümesine en gel olacak darlıkta yerlerdi.

Yıllar sonra aşağı yukarı babamın Karaaba’ dan ayrılışından 35 yıl sonra birlikte köye gittiğimiz ve Yakakent de gördüğümüz o birtakım isimleri köylerden sorduğu gibi köylülerden bazı insanların da “gelip ben filanım tanıdın mı? deyip, babam dan bahsedip onun hatırını sorarlardı. 

 Ekseninin biri doğusunda biri batısında yer alan, o zamanın önemli fakir yerleşim merkezleriydi. O yıllarda yeni yeni bitin, sivrisineğin yani sıtmanın kökünün kazınmaya başladığı yıllardı. Bu yüzden ilkokullarda çocuklar saçlarını kısa kestirirdi.

 Yukarıdan aşağı sel geldiğinde o bölüm geçilemezdi.. Selin hızıyla önüne ne gelirse silip süpürdüğü odun ve kargalak kırıntılarını toplarken o denize yakın bölüm de çok canlar verilmiştir.. O dere, o yar toprakla doldurulmuş bir ara Cengiz inşaat ve şu an üst geçit de yapılmış Karayollarının inşaat şantiyesi.

Salaşça postane ve karakol

Rasim Çağlar caddesinin denize bakan kısmında dar bir geçiş ile uzun uzadıya bir salaşça diyebileceğimiz tek katlı Rıza Süzük, amcanın görev yaptığı postane ve onun paralelinde Rıfkı Çavuşu’ un karakol binası.

Tommiks-Teksas-Swıng

O çocukluk yıllarımıza ait bir anım da o vakit haftalık olarak gazete bayilerinde çımaya başlamış, çocuklar için çıkartılmış iki sayfası renkli, iki sayası siyah beyaz, yirmi sayfa çıvarında kovboy dergilerinin de ilklerindendi.

Hayatspor

Yine gençliğimizin vazgeçilmez haftalık dergi “ Hayatspor” tüm futbol kulüplerinin takım posterleri, röportajlar futbolcu resimleri. 

Yakakent’ in sosyal hayatına dair

Geçmişten günümüze doğru birkaç anekdotla bugünlere gelmiş olayım. Bizim eski evin alt balkonu, Vasviye yengemin beş basamaklı merdiveni ve elinle hafif ittiğinde o camdan içeri uzanan eller ve selamlar.  Mutlaka semaverde çay, meşhur o dönemin vazgeçilmesi her kesimin çitlediği ay çekirdeği..Arada bir dondurma arasında kağıt helva, kazanda kaynatılan mısır, gözlemeler ve hafif hava karadığında caddeden meydana çay bahçesine yürüyüşler. Deniz kenarında yakılan ateşlerin üzerinde kazan kaynayarak pişen pekmez tavaları. 

Şakire Eraltan teyzemizin esprili konuşmaları, Nayime Taş, teyzenin skeçleri taklitler yaparak, gülünç olayları canlandırırlardı.  O zaman çok genç ve meşhurdular. Aklımın erdiği ölçülerde yaptıklarına güler, bazı sözlerini, bazı esprilerini de aklımda tutardım. Akşam dönüşte ister istemez uykum gelir, sandalyede başımı ablamın kucağına koyar uyuklardım. Mahalleden çarşıya gitmek için sadece Rasim Çağlar caddesini kullandığımız yol vardı. Sahil yolu o zamanlar daha açılmamıştı.  Caddeden sahile daracık küçük mesafeli inişli aracıklar vardı. Trafik derdi, park derdi, yer bulma derdi, zaman kaybetme derdi yoktu.

Şimdiki durumu anlatmaya gerek olmasa gerek. Sağlığı olan, yaşayan yaşıyor şuanı zaten. Zaman böyle bir şey demek ki?

Radyo, televizyon programları ve babamın telaşı

Yılbaşı geceleri babam hep evdeydi. Kendimize taraz annem bir şeyler hazırlardı. Yemek sonrası mısır patlatılır, tombala torbası çıkarılır, kartlar dağıtılır çalkalanır ve sessizlik içinde yavaş yavaş çekilen rakamlar okunarak kağıt üzerindeki yerine konulur. Birbirinin kartları göz altından bakılarak heyecan artar, bir ses birini çinko diye, sonrası ikini çinko ve sonuç da tombala der biter. Ama torba içindekiler yine bitene kadar çekilir ve bitmiş olan kağıt sürülür..Bir atlama ve hilelik var mı diye. Sonra bozuk paralar aralarında paylaşılır.

Saat; 20.00 de o dönemin şartlarında radyo veya yeni televizyon icat edildiği günlerde, kazanan büyük ikramiyelerin hangi illerle çıktını verirdi. Zaten saat 24.00 olunca istiklal marşı okunur, Ankara, İzmir, İstanbul, Çukurova ve Trabzon radyoları o saatte yayını keserlerdi. O zamanın gece yarısıyla bugünün gece yarısı arasındaki arka bakıp zaman zaman hala hayret ettiğimi söyleyebilirim. 22.5’ de son haberler ki, buna “ajans” tabir edilir, okunur. 23.00’ e doğru hava durumuyla birlikte 24.00’ de istiklal marşı okunur. Radyo da Salı ve Perşembe günleriyse aynı saat “Yurttan Sesler” diye bir program vardı.

 O programlardan bahsederken çok daha yakın tarihe ait birkaç TRT Spikerini burada dile getireceğim, Aytaç Kardüz, Orhan Ertanhan, Tuna Huş, Hamit Özsaraç, Mesut Mertan, Nermin Tuğuşlu, Gülgün Feymen,Bülend Özveren, Halit Kıvanç,  Can Akbel, Mehmet Ali Bırand, Tansu Polatkan, Levent Özçelik, Orhan Ayhan, Zafer Cilasun, Julide Gülizar, Mustafa Yolaşan, Ali Kırça,Cenk Koray, Barış Manco  radyo ve televizyon sunucularıydı.

İmar faaliyetleri ve ahşap direkler

Yakakent betonlaşmaya doğru yol almıştı. Sahil’ e beş katlı yapılar göz kamaştırıyordu!. O dönemde elektrik ve telefon direklerine iliştirilmiş sarı ve cansız ışık veren ampul takılmış lambalar aracılığıyla yolları aydınlatıyordu. Floransan lambalar ve cıvalı denilen ampuller o dönemde yeni çıkmıştı. Bu lambaların bakımını ve onarımını Satılmış, (Cülü’in) babası Süleyman …….ederdi.

Bu sırada liman mahallesinde mendirek inşaatı da bitmiş ya da bitmek üzereydi, orası da ışıklandırılmıştı. Bir akşam Yakakent sahilinde arkadaşlarla denizi seyrederken limanın mendireğindeki o ışık belirmişti. Adeta liman bölgesini bir inci gerdanlık gibi ışıtmıştı.

Böylece, güzel olana eski tabiriyle bedii, günümüzde kullanıldığı şekliyle estetik olana olan zeni de ortaya çıkmış oluyordu. Ne zaman gece olsa, ne zaman lambalar yansa, ne zaman sokak lambaları ortalığı aydınlatmaya başlasa, ne zaman elektik direği görsem, aklıma Liman mendireğiyle ilgili o anım gelir.

Manyetolu telefonlar

Postacı Ali ve Halil ağabeyin dönemiydi. Telefonlar yeni yeni bağlanıyordu. Bizimkisinin numarası 17’ idi. Recep Gençlerin 24, Avni amcamın dükkan, 26, vs. ilk günler çevirir çevirir karşıdan ses gelince kapardık. Ama postaneye sorduklarında hangi numaradan arandığı düşerdi. Yıllar geçti, yıl 2023 görüntülü, sesli, mesajlı, konferanslı, fotoğraf makineli telefonlar çıktı. Şu anda tuşlarına bastığım laptop, eskiden arasına karbon kağıdı koyarak çoğalttığımız daktilo vardı.

O günlerin postacıları

Bulunduğumuz bir yerin bir özelliği de Rasim Çağlar Caddesi üzerinde üzerin de bulunan dar aralıklı küçük sokakların olması postacılarında işini kolaylaştırıyordu.  Mektup, tebrik ve telgraf ulaşımındaki en fazla yolu gözlenen insan postacılar olmuştur. O vakitleri hatırladığımız da rahmetli Rıza Süzük, Gümenüz ile özdeşleşmiş Ali Şen, Halil  Tokalak..

Yine o vakitler henüz avukatımız bile yoktu. Alaçam’ da Avukatlık büroları olması dolayısıyla Zeki Gül ve Meriç Armağan, Yakakent’ de ikamet ediyorlardı. Saatlerce daktilo yazılarak gerekli bilgiler ortaya çıkarıyorlardı. Meriç ve Zeki ağabeylerin Yakakent de oluşu, kent kültürümüz, sosyal yaşantımız açısından da bir öz güvendi. Duruşları, oturuşları, konuşmaları toplum içinde bilgi aktarımlarıyla birlikte bir yakınlık ve sıcaklık göstermeye çalışan halk insanıydılar.

O günler Yakakent’ e ait olan yüz çerçeveleri hiç gözümün önünden kaybolmadı. Kılıklarıyla, kıyafetleriyle hep var oldular. Ben ilk defa Robdöşambr’ ı Meriç ağabeyin üzerinde gördüm ve yine ilk defa deri saplı çantayı Zeki Gül, ağabeyimizin elinde gördüm. Ve yine ilk defa kılıflı şemsiyeyi onlarda gördüm. Her şeyden önce samimi ve cesaret sahibi insanlardı. Her ikisini de çok erken yaşlarda kaybetmenin üzüntüsü içimizde taşısak da onların emanetleri Nevin Arat ve Seher abla ile hala görüşüyoruz.

Doğan Kitaplı ve Fahri Birer Milletvekili seçiliyor

1969 ve 1973 Genel seçimlerinde baba dostu kentlimiz Doğan Kitaplı, Milletvekili seçiliyordu. O yaşımda da olsa halkın içinde bulunmayı onların mantığını, mantalitesini, düşüncelerini, duygularını, beklentilerini, aracısız bir şekilde öğrenmek istiyordum..Babam siyasetin içinde olsa da bu konuları evin içinde pek fazla konuşmazdı. Babam, Necat Batı, Rıfat Çebi, Mustafa Serdengeçti, Şaban Genç, Alaçam, Yakakent köylerini ve ücra dağ köylerine kadar çıkmışlar, gece gündüz dinlenmemişlerdi. Burada eksik bıraktığım gelişmeleri yeri gelmişken zikretmek istiyorum.

O yıllar Samsun ve ilçemiz için gerek Adalet Partisinden Doğan Kitaplı, CHP’ li babam yaşıt 1928 doğumlu (1973)  Fahri Birer amca  ve (1987) seçimleri ve 1989’ da devlet bakanı olan Kemal Akkaç, gibilerini tanımış olmaktan kaynaklanan duygusal diyebileceğim nedenlerin dışında ilçemize; Balıkçı Barınağı, Yakakent’ in ilçe oluşu, Ziraat Bankası, Asmapınar Şahinli Mahallesi İlkokul, Türk Telekom Teşkilatı  kuruluşu, devlet dairelerine işçi ve memur personel alınışlarına ön ayak oldular.,

Çocukluk yılları;

Sadece birer tane içmemize izin verilen Çamlıca gazozunun, gazı burnumuzdan çıkarken gözümüzden yaş getirmesine kıkır kıkır gülmemiz. Koleksiyoner zarf pullarımız.. İş ve Ziraat bankası kumbaralarımız.

 Okula başladığımız o ilk yıllarda pırıl pırıl parlayan siyah rugan ayakkabılara deliler gibi sevinmemiz. Sonra Gül ablama düğün için alınan fötrlü gelinlik, beyaz topuklu ve yılan derisi ayakkabısını Gülizar ablamın gizli gizli gizli giyip topuğunu kırdığımızda babamın bizi azarladığı ve birbirimize sarılıp felaketimize ağlayışımız..Şimdi o ağlayışımızı düşünmek bile içimi ısıtıyor.

O eski satılan iki katlı içten merdivenli, altında su kuyusu bulunan evimizin unutulmaz kokusu şu an bile burnumda. Ah! Hüzünlü ama tatlı bir rüzgar gibi doluyor ciğerlerime o günlerin hatırası.

ORTAOKUL DÖNEMİ

Gümenüz’ de o vakitler bir tane ortaokul vardı, mecburen kaydımız otomatikman oraya naklediyordu. O zamanlarda başlayan yabanı dil tercihi İngilizce ve Fransızca. Ben İngilizce dersini seçtim. O yıllar İngilizce ye Hakkı Candan, cebir-geometri olarak işlenen Matematik dersine hocamız Yunus Güner, Sosyal bilgiler hocamız Mehmet Geyici, Fen bilimler Necmettin Gök, Din bilgisi Remzi Gül idi.

Burada İngilizce için bir parantez açayım, “ Recep Aydoğdu, İngilizce dersinde çok iyiydi, ondan kopya alırdık. İbrahim Kılıç, Kaya akıı, Meral Baş, Arif, Erhan, Esendal, Zuhal

Okul da öğretmenlerimiz pek de sevmezdik, çok parlak bir öğrenci değildim, hiçbir zaman da olmadım ancak çok da geri kalmadan sınıfları zorlamayla geçebiliyordum.  En iyi dersimiz beden eğitimi dersiydi. Çünkü okul bahçesinde çamlıklar arasında iyi koşturuyorduk. O dönemde çeyrek ekmek yanında birkaç dilim peynir 25 kuruştu, simit 25 kuruş, gazoz da 25 kuruşa satılırdı. Yani “Çakır 25 kuruş” ailem harçlığımı 50 kuruş olarak verilirdi.

Okulun daimi personeli müstahdem Celal dayı, ders araları teneffüste simit satardı. Celal dayı demişken Hasan Çakıcı ve İsmail de unutmayalım. O paylaşamadığımız koşarak salladığımız el zili.

Lise yıllarımda harçlığım 2,5 liraya çıkmıştı. İlkokul yıllarında başlayan futbola olan tutkum ortaokul yıllarında artarak devam ediyordu.

O yıllar 1968-69 kuşağı ağabeylerimizin oynadığı bir federe lig vardı, o yıllar müthiş bir ilgi de ardı futbola. O efsane takım e karakteri. ( Refik Koç, Özdemir Asan, Haşim Şahin, Hüseyin Çebi, Yılmaz Kullukçu, Nizamettin Kaba, Kaptan Muharrem Küçükkırımlı,  Osman İnan, İbrahim Katmerlikaya, Nail Nogay, Erol Batı, Cüneyt Ekmekçi, Reşat Yarış, Ali Eren, Burhan Bayrak, Mehmet Akbulut, Rıdvan Erdoğan, Selami Buharalı, Kadir Aksoy, Ferit Kuş,  Mehmet Karaoğlan, Şeref Gül, Tuncay-Kubilay Cirit, Cengiz Kubilay, Yılmaz Yeniay, Fikret-Hulusi Kuru, Sabri Çakırefe, Ahmet Çebi, Yusuf-Yücel Yamak, Celal Süzük, Baki Çakıcı, Aydın Küçükkırımlı,

Çayın kenarında elmalıkların sıra sıra kavak ağaçlarının arasında ki futbol sahası.. Bekir efendilerin evinin yanında Burhan Çakırefenin evinin altında kulüp binası, Berber Baki Çakıçı’ nın ve Aydın ağabeyin dükkânı toplantı yeri.

Ortaokul yıllarına tekrardan dönersek, en çok eskittiğimiz şey ayakkabılarımız olur, kan ter içinde kalır bazen de aldığımız küçük darbeler neticesinde vücudumuzda şişlik, kanamalar ve morluklar oluşurdu. Bu gibi durumlarda doğal olarak annemizi e ablamızı üzerdik. Baba duysa tamam evin yolunu şaşırırdık o gece nerde kalacağız diye..O nedenle çokça Avni amcamlar da , Turgay, Mustafa yer yatağında yatmışızdır.  Mustafa çok yaramazdı, ağzından küfür de hiç eksik olmazdı, hatta bir keresinde Dursun halam dövmüştü.

Yakakent geleneği;

Yorgan , döşek kilimlere  sarılmış, sandığın almadığı çeyizler, bohçalara bağlanmış tencere, tava, tas, tabak rastgele bir kaç kutuya konmuş eşya..

1977 yılında Rahmetli Enver Sayar, enişteyle babamın ortak aldığı Anadol marka ilk arabamız..Şoförlüğü öğrenmeye çalıştığım günler..

O günleri yer sofraları..Kahvaltımızı yine yerde ahşap sofradan, sinide yaptığımız günler.. O günlerin gazete ve mecmualarına göz gezdirdiğimiz kupürlerini sakladığımız dosyalar..

Kadın doğumlarında hiç unutmam..O günlerde komşumuz ve kiracımız Ergül abla için mahalleli,  Hiç arkan yok, herhalde oğlan doğuracaksın. Allah bilir ama oğlan karnı, diyorlardı.. Burak’ dan sonra Burak doğmuştu..

Burak’ ın bebekliği beyaz tülbentler içinde pembiş pembiş, minik bir surat O kadar minik ki, oyuncak bebek kadar bir şey. Elden ele gezdirip duruyorlar, biri bırakıyor biri alıyor. Annem düşüncemi okumuş gibi, yeter artık biraz annesine verelim de emzirmeye çalışsın, dedi..

Televizyon aldıktan sonra gece oturmalarına gelip gidenlerimiz çoğalmıştı. Başlangıçta bu hareketlilik hoşumuza bile gitmişti ama ok fazla sıklaşıp, kendimize ayıracak zaman kalmayınca, bizde” telesafirlerden” den sıkılmaya başlamıştık. Belli kişiler hemen hemen her akşam, yemekten sonra geliyor, televizyon kapanıp, istiklal Marşı söylenmeden gitmiyorlardı. Bazen ben uyuya kalıp, misafirlerin gittiklerini bile duymuyordum. Babam ajansı dinleyip yatıyordu..Yazık Gül ablam ve annem onlar gidene kadar yatmıyorlardı..

Televizyon yokken çocukluğumuz Kaptan Swing, Zogor, Teksas, Tommiks maceralarıyla geçmişti. Televizyonlarda o günlerde, “ Kaçak, Komiser Kolonba, Küçük Ev, Uzay 1999 Caks” dizileri vardı..

O güzel siyah-beyaz filmler, Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Cüneyt Arkın, Kartal Tibet, Ayhan Işık, Tamer Yiğit, İzzet Günay, Belgin Doruk, Yılmaz Güney Yumurcak, Vahi Öz, Necdet Tosun, hikâyeleri, yönetmenleri, müzikleri, oyuncuları, velhasıl her detayıyla bizim için çok kıymetliydi o yıllar. Hangisi yakışıklı mı, yoksa iyi oyuncu mu? Emel Sayın, Tarık Akan ve Kadir İnanır.. Erol Taş, Hayati Hamzaoğlu, Hüseyin Zan, İhsan Gedik, Süheyl Eğriboz.. Kasap Ahmet’ in arkadaki mangal sohbetinden sahile yansıyan o Neşe Karaböcek’ in  “ Duydum ki unutmuşsun, gözlerimin rengini...”sesi geliyordu. Sese kulak verdiğimizde ve oraya doğru yöneldiğimizde o küçük çay bardalarında beyazlamış rakı ve etin dumanıyla buğulanmış Hilmi Kılıç, Süleyman Nogay, Ahmet Buharalı, ve mangalın közünü karıştıran köse Aydın.. Yakakent’ de herkesin geçmişi hemem hemen birbirine benzerdi. O benzerlikten olsa gerek, birbirlerine çok bağlıydılar. O güzel günlerde yaşananlar, arkadaşlıklar ve komşuluklar çok kıymetliydi bizler için.

Gündüzleri ise radyoda “ Arkası yarın” piyesi..  Ramazan ayının Ağustos ayına denk geldiği dönem..O günlerde Tütün yapıyorduk..Gece sahura kalkma, sabah tütün kazması, aksam iftar, gece uyuklayarak temşite kalkmak..Gündüz tütün tarlası, tütün dizme ip asma..Tamam benim dışımda akrenlerimden oruç tutan yoktu..Onlar gözümün önünde ekmeğin üzerine yağ ve şeker serpmiş yiyiyorlar..Kendimi bildiğimden beri hiç orucumu bırakmamıştım.

Yalı bizim için bir oyun alanıydı..Kayıkhaneler, ırgatlar, taş vurmaca, kumda arabacılık oynamalar..Hemen doğu tarafında her cinsten insanı uğrak yeriydi Çay bahesi... Sohbetlerin, dertleşmelerin ve sevginin en güzeli orada yapılır;  Masaların altında sevilmeye hazır bekleyen kedi yavruları ayaklarımıza sürünerek onlara vereceğimiz masa üzerideki kırıntı artıklar..

KARAYOLCULAR;

O dönemde Karayolları Mal gölü şantiyesine bağlı işçiler Gümenüz de konaklıyor, bizim ile yaşıt çocukları okul arkadaşımızdı.  Bunlardan aklım da kalan isimler ; Ahmet Genç, Bozkurt, Kani dayı, Candaş, Kazım, Özdemir, .. Arkası merdivenli onları taşıyan turunu-siyah karavan tip araç.. Zaman zaman servise çıktığında aracın merdiven aksamına yapışır, bir hayli gider inerdik.

 O yıllar da Karayolları Şefliği ve Eczane..

Karayolları o tarih de bizim şuandaki evin olduğu yerdeydi. Çift katlı, üst katta bayrak direği dahi ardı. Bu evin alt bölümü dükkan yıllar için de Gümenüz’ ün ilk Eczanesiydi.. O günlerde Alaçam Devlet Hastanesi doktoru Adanalı Eczane açmış, babamın emekli olduğu yıl 1973 falan, yanlış hatırlamıyorsam. Babam da Eczaneye bakıyordu. Dr. Aziz Ekinci, eşi Yelda hanım..Ramis Köse amcaların alt katında kalmaktaydı. Hatta o günlerde Alaçam da Avukatlık yapan Nevin Arat, ablanın eşi Zeki Gün Ağabeyde bizim kiracı Av. Meriç Büyük Armağan ile ortak yazıhane açmışlardı. 

Avukat Meriç ağabeyin eşi Seher abla, kayınvalidesi ve kızları” Mine” ilk çocuk sevgimizin giderken o bahsettiğim televizyonu bırakmışlardı. Minenin, o daha konuşma yaşında Aydın Köker’ in Rasim Çağlar caddesi güzergâhında seyyar arabasıyla ekmek sattığı yıllar. “Ekmekçi bir tane ekmek verirmisin“ derdi. Eşim ile 1987 yılında evlendiğimizde balayı sırasında Bursa / Kumla da yazlıklarında iki gece kalmıştık

O yılların;

Muhtarı Mehmet Ak,

Ebe; Mafer nine,Nursen Batı, Gürser Çelebi, Maysel Kahya,

Cami Hocası; Hüsnü hafız Çebi, Şevki Çebi, Gandaz Rahmi Karaoğlan, Ruşen Ak, Şahin Çal, Hamit Durhat, Laz Kazım.

Köy Enstitüsü Öğretmenleri; Hoca Ali Efendi Canikligil,,,

CUMA PAZAR RASİM ÇAĞLAR CADDESİ.

O günlerde cuma pazarına gelen köylü atlar, eşekler ile her iki yan heybelerinde peynir, kiren, erik,  sarı kiraz veya eşekler eşek fırınlar için eşek odunu getirirlerdi. Köylü eşeğini deniz kenarında tahta çitlerle çevrili boş alana bağlardı.  Bizde mahallenin çeteleri olarak eşeği çözüp, deniz kenarın da bir iki tur atar dolaşırdık. Cuma pazarı şu anki mevcut cadde üzerinde ( Paketçi Ahmet’ in ayakkabıcı dükkânının hizasından Mehmet Ekmekçinin fırını,  Berber Musa, Galip – Cici Turan Sarıoğlu kahvesi, Yavan Osman fırını, Çapulacı Hasan, Hilmi Kılıç kahvesi, Tekel binası, Barboros sokağın köşesi Hasır

altı, Berber Hacı Mehmet, İdris Mustafa’ nın dükkânı, hoca Sabahattin berber, Kınık Nihat Kahya, Berber Tahsin, Mustafa Köse’ nin Sobacı dükkanı, Hacı Alilerin kaldırımından Arapların Hamdinin, Zeki Arat’ ın benzinliği istikametinde her iki kaldırıma karşılıklı kurulurdu. Çarşıya döndüğümüz de karşı kaldırımda; Hamza Efe, denize inen dar ara sokağın köşesinde yazlık sinema, Süleyman- Kemal İlban dükkânı,  Kasap Ahmet, Terzi Emin, Cüneyt Ekmekçilerin fırını, gazete bayii, boş arazi sonrası Cincik Mehmet Berber dükkanı,     Camii ön sıra sıra traktörler de karpuz..Domates.. Kurt Mehmetlerin İsmail dükkân, Ahmet-Mehmet fırın, dedenin manifatura, Ayı Murat- Hamdi Kaya manav, Buharalı Basri- Mehmet- Gazi Kasap dükkanı. Emin Sonkaya kuytulu evleri, postane, keleş asmalı kahve,

karakol ve devamında Birerlerin bahçeli ev. Ve sahih de iki katlı yığma tuğla Şehir kulübü Belediye

binası. Çay bahçesi,, dönüşte lojmanlar, Mustafa Köse rum evi, e sonrasın da yeni postane.. Aratların belgesi, Kooperatif, Terzi hasan dükkânı, lokanta, keleş kahve, lokanta,

Sinop öğretmen okulu  öğrencilerine dair,

Sinop Kız öğretmen Okulu ( Lisesi) ; 1971- 1976 Sabriye Kılıç, Ayla Arat, Selma Kullukçu, Zehra Serdengeçti, Gülay Kılıç, Sabriye Güntay, Hediye Çebi, Gülay Çebi

Daha sonrası G;

Ziraat Bankacılar Orta Okul Mezunları; Sema Kullukçu, Hatun Genç, Fatma Batı, Belkıs Kullukçu, Emine Ekmekçi

Sinop 2 yıllık Eğitim Enstitüsü; Kaya Birer, Şevki Çebi, Suat Kâhya, Ahmet Yamak, Mehmet Kaya,

Samsun Eğitim Enstitüsü 4 yıllık Öğretmen Okulu; Celal Süzük, Yüksel Yamak, Ahmet Çebi, Hüseyin Erdoğan, Kadir Öztürk,

Seyfi dayı arabası. Posta arabası ve Rıfat Çebi kamyonu bu öğrencileri yıllarca taşımıştır.


This product was added to our catalog on Tuesday 20 February, 2024.

Copyright © 2025 Yakakent'de Kim Kimdir. Powered by Engin Arat